Türk Hukuk Tarihi

Gayrimenkul Hukuku
İcra ve İflas Hukuku
İdare Hukuku
İmar Hukuku
İnşaat Hukuku
İş Hukuku
Marka Hukuku
Medeni Hukuk
Ortaklıklar ve Şirketler Hukuku
Risk Yönetimi ve Borçların Yeniden Yapılandırılması Hukuku
Sendika ve Toplu Sözleşme Hukuku
Serbest Rekabetin Korunması
Tahkim
Ticaret Hukuku
Tüketicinin Korunması
Gayrimenkul Hukuku | Sayfa Başı |
İcra ve İflas Hukuku | Sayfa Başı |
İdare Hukuku | Sayfa Başı |
Kamu hukuku ile Özel Hukukun ayrımının ilk kez, Orhun Yazıtlarında gözlemlenmekte olduğu üzere Göktürk Devleti döneminde yapıldığı kabul ediliyor.
Roma İmparatorluğu döneminde de özel hukuk ile kamu hukuku ayrımı yapılmış.
Bir tarafın diğerine hükmetme, yönetme ve koyduğu kuralları zorla uygulatma imkanının bulunduğu alan Kamu Hukuku olarak tanımlanıyor.
Yönetimin ( İdare ) tutum ve davranışlarının hukuka uygunluğunun denetlenmesi ; Yönetsel Denetim , Siyasal Denetim , Kamuoyu Denetimi ve Yargı Denetimi yolları ile gerçekleştirilmektedir .
Türk Yargı sisteminde de İdarenin işlem, eylem ve tasarruflarının denetlenmesinde Kara Avrupası Ülkelerinde uygulanmakta olan Yönetsel Yargı – İdari Yargı sistemi uygulanmaktadır .
AB ile bütünleşme hayali ve liberalleşme isteği yolunda hızla özelleştirme çalışmalarını sürdüren Türkiye Cumhuriyeti’nde Devlet’in hem işçi hem patron kimliğinden uzaklaşması ile daha çok kurallar koyan ve yöneten tarafının öne çıkması ile birlikte İdari Yargı’ya daha çok iş düşeceği düşünülmüş ve İdare Hukukunda sayısız değişiklikler yapılmıştır.
Türkiye’de İdari Yargı teşkilatı , Mahalli İdarenin eylem ve İşlemlerinin denetlenmesinde Yerel İdare Mahkemeleri ile bunların bazı kararlarının ön denetlenmesi yetkisi verilen Bölge İdare Mahkemeleri ile Yüksek İdare Mahkemesi ( Danıştay ) ve Merkezi Yönetimin işlem ve eylemlerinin denetlendiği idare mahkemelerinden oluşmaktadır.
Bkz.Cemil ALVER – İdari Yargılama Usulü Kanunu – Ankara1993
Prof.Dr.A.Şeref GÖZÜBÜYÜK-Yönetsel Yargı – Ankara 1982
Tuncar ARMAĞAN – İdarenin Sorumluluğu – Ankara 1997
Bkz.Cemil ALVER – İdari Yargılama Usulü Kanunu – Ankara1993
Prof.Dr.A.Şeref GÖZÜBÜYÜK-Yönetsel Yargı – Ankara 1982
Tuncar ARMAĞAN – İdarenin Sorumluluğu – Ankara 1997
İmar Hukuku | Sayfa Başı |
İnsanların bir arada yaşamaya başlamaları ile hak ve yükümlülüklerin ihlalleri de yaşanmaya başlamış. Özel mülkiyete tabi olsa dahi yapılaşmanın ve ortak alanların, oluşturulması, korunması kurallarının belirlenmesi ve kullanımında eşitlik ilkesinin korunması zorunluluğu yöneten bir kamu otoritesini gerekli kılmıştır . İşte birlikte yaşamının ortaya çıkardığı şehirleşmenin, fiziki, sosyal, ekonomik, teknik, tarihsel, mali, hukuki ve estetik değerleri muhafaza eden bir plana uygun surette ve kamu otoritesince konulan ve denetlenen kurallar dahilinde yapılması eylemleri İmar Hukukunun konusunu oluşturur .
Türkiye’nin dışa açılan en büyük kapısı İstanbul’daki yapılaşmanın yaşanabilecek bir deprem riski karşısındaki kalitesizliği bilinmesine rağmen kural tanımaz ve sadece kısa vadeli kazançlar için insanların yaşamlarına da mal olacak şekilde kuralsızlığa ve kalitesizliğe yönlendirmeleri inanılması güç ancak bir gerçekliktir .
Cumhuriyet öncesinde, ilk İmar düzenlemesi olarak sadece İstanbul’daki yapılaşmalar için 1848 tarihli Ebniye Nizamnamesi ve 1882 Tarihli Ebniye Kanunu görülüyor.
Cumhuriyet dönemindeki yasalaştırma çalışmalarına İmar Hukuku alanında da rastlanıyor . 1924 ve 1961 Anayasalarında İmar Hukuku ile ilgili hükümler yer almamış . Sivil olmamakla itham edilerek eleştirilen Türkiye Cumhuriyetinin 1982 Anayasası ile oldukça önemli olan Kıyılardan yararlanma ( Madde 43 ) , Toprak Mülkiyeti ( Madde 44 ) , Tarım ve Hayvancılık ( Madde 45 ) , Sağlık Çevre ve Konut ( Madde 56 ) Konut Hakkı ( Madde 57 ) anayasal güvenceye kavuşmuş .
İlk İmar çalışması olarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleri ile Göçmen Mubadele ve İskan Bakanlığı kurulmuş olduğu görülüyor. 1930 yılında 1580 Sayılı Belediyeler Kanunu ve 1933 yılında 2290 sayılı Belediye Yapı ve Yolları Kanunu, 1933 yılında 2301 sayılı Yasalar ile Belediyeler Bankası Kanunu ( 1945 yılında kabul edilen 4759 sayılı yasa ile İller Bankası adını almıştır ) Türk İmar mevzuatında radikal düzenlemeler olarak izleniyor .
İkinci Dünya Savaşının sonuçlanması ve insanların içerisine düştükleri işsizlik büyük kentlere göçü hızlandırmasının yanında konut açığı da yaşanmaya başlamış . Türkiye’de konut açığına çare bulunması amacı ile 1946 yılında 4947 sayılı Kanun ile ,sonradan AB uğruna kurban edilen, Türkiye Emlak ve Kredi Bankası kurulmuş .
Sanayileşme ve büyükşehirlere akın karşısında 1948 yılında 5228 sayılı Bina Yapımı Teşvik Kanunu kabul edilmiş . Büyük şehirlere akın edilmesinin yanısıra kaçak yapılaşmanın önlenemeyişi karşısında 1953 yılında 6188 sayılı Bina Yapımını Teşvik ve İzinsiz Yapılar Hakkında Kanun kabul edilmiş.
1956 yılında da Belediye ve mücavir alanlar içerisinde yapılaşma,ruhsat ve kontrol konularını düzenleyen 6785 sayılı İmar Kanunu kabul edilmiş. 1985 yılına gelindiğinde , öncelikle kurallara kendileri uymayan yönetenlerin eylemlerinin önlenebilmesi amacı ile olsa gerek 200 ü aşan sayıda yasa ve yönetmelik ve düzenlemeye ulaşılmıştır .
1985 yılında 3194 sayılı İmar Kanunu ve İmar Affı ve diğer imar düzenlemelerine ilişkin kanunların kabulü ile İmar Alanında bir milat düşünülmüş ise de çok fazla bir yarar sağlamadığı, neyazıkki, 17 Ağustos 1999 günü ellibini aşan sayıda insanın hayatını kaybedilmesi yanında milyarlarca dolarlık maddi zarar gibi ağır bir fatura ile öğrenilebilmiştir. Sakarya ve Düzce depremlerinin Ülkemizin yanısıra pek çok devlete ve insanlara hukuk devleti ilkesinin ve hukukun üstünlüğünün ve konulan kurallara ve çağdaş çözümlere uyulmamasının vahim sonuçlarını gösteren olaylar olarak tarihe geçtiğini kabul etmek gerekir .
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan düzenlemeler hariç olmak üzere, 3194 sayılı Yasanın yasaya uyulmamasının en belirgin müeyyidesi para cezası ve yıkım iken 26.09.2004 gün ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda Çevreye Karşı Suçlar başlığı altında 181 ile 184 ncü maddelerinde hürriyeti bağlıyıcı cezalar getirilmiştir.
Bkz.Muhittin ABAMA – İmar Kanunu Mevzuatı ve Uygulaması-Seçkin Yayınevi
Bkz.M.Reşit KARAHASAN – İnşaat İmar ve İhale Hukuku
Bkz.Sabih KANADOĞLU-Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Hukuku-Ankara 1998
Bkz.Muhittin ABAMA – İmar Kanunu Mevzuatı ve Uygulaması-Seçkin Yayınevi
Bkz.M.Reşit KARAHASAN – İnşaat İmar ve İhale Hukuku
Bkz.Sabih KANADOĞLU-Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Hukuku-Ankara 1998
İnşaat Hukuku | Sayfa Başı |
Türk Hukuk Sisteminde, İnşaat Hukuku alanında özel bir yasalaştırma bulunmamakta ve inşaat hukukuna özgün sorunların çözümünde Türk Borçlar Kanunun 355-371nci maddeleri arasında düzenlenmiş ‘ istisna Akdi ’ ‘ Eser Sözleşmesi ’ ne ilişkin hükümler uygulanmaktadır.
Bir yaşam gerçeği olarak karşımıza çıkan, inşaat yapmak isteyen kişinin inşaat bedelini para yerine inşa edilecek eserden pay vermek sureti ile yaptırmak istemesi ve bunun ( Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi ) yaygın surette de başvurulan bir yol haline gelmesine rağmen yasal zeminde tanımlama bulunmaması halen bir hukuk ayıbı olarak muhafaza edilmektedir. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 1009ncu maddesine eklenen hüküm ile en azından sözleşmenin tapu siciline tescil edilebilecek haklar arasında yer almış olmasının bir nebze sevindirici olduğu söylenebilir.
İnşaat sözleşmeleri ve özellikle Kat Karşılığı İnşaat sözleşmeleri karşılıklı ve sürekli edimler içeren bir karma akit olarak karşımıza çıkmakta, akit serbestisi ilkesine uygun surette Borçlar Kanunu ve Genel Hükümler uyarınca düzenlenebilmekte, boşluklar ile Yargıtay İçtihatları ile doldurulmaktadır.
Son yıllarda yoğun şekilde müracaat edilen TOKİ kapsamındaki alanlarda ve Konut Finansmanı destekli surette yürütülen inşaat sektörüne yönelik olarak getirilen düzenlemelerde, kısmen de olsa inşaat hukukunu ilgilendiren, en azından sorumluluk, sorumlular ve zaman aşımı bakımından ( Bkz.sitemizde Tüketicilerin Korunması başlığı altında yapılan açıklamalar ve 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 4 ncü maddesi ) hükümlere yer verilmesi sevindiricidir.
Kamu Hukukuna tabi olan veya kamunun denetimi altında bulunan veyahut kamu kaynağı kullanan kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları inşaat işlerinde uygulanacak esaslar 4734 sayılı Kamu İhale Kanununda belirlenmiş . Yasanın 3 / c maddesi hükmü , uluslar arası andlaşmalara istinaden yapılacak işleri bu yasa kapsamı dışına çıkartmış .
Bkz. Mustafa Reşit KARAHASAN – İnşaat İmar İhale Hukuku – 1979
Muhittin ABACIOĞLU – İmar Kanunu Mevzuatı ve Uygulaması – 1986
M.Turgut ÖZ – İş Sahibinin Eser Sözleşmesinden Dönmesi – Kazancı Yayınları 1989
Muhittin ABAMA ( ABACIOĞLU ) Kıyı Kanunu - 1991
Prof.Dr.Halil CAN - Turizm Hukuku ve Mevzuatı Ankara 1992
Turgut UYGUR – İnşaat Hukuku Ankara 1993
Prof.Hasan ERMAN – Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesi – İstanbul 1993
Özgür Katip KAYA – Arsa Payı Karşılığı Kat Yapım ı Sözleşmesi – İstanbul 1993
Cengiz KOSTAKOĞLU - İnşaat Hukuku ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi İstanbul 1995
Porf.Dr.Müjdat ŞAKAR – İmar Mevzuatı - İstanbul 1999
Cafer ERGEN – Kaçak Yapı Ankara 2005
Prof.Dr.İbrahim KAPLAN - İnşaat Sektöründe Müşterek İş Ortaklığı – Ankara 2007
Bkz. Mustafa Reşit KARAHASAN – İnşaat İmar İhale Hukuku – 1979
Muhittin ABACIOĞLU – İmar Kanunu Mevzuatı ve Uygulaması – 1986
M.Turgut ÖZ – İş Sahibinin Eser Sözleşmesinden Dönmesi – Kazancı Yayınları 1989
Muhittin ABAMA ( ABACIOĞLU ) Kıyı Kanunu - 1991
Prof.Dr.Halil CAN - Turizm Hukuku ve Mevzuatı Ankara 1992
Turgut UYGUR – İnşaat Hukuku Ankara 1993
Prof.Hasan ERMAN – Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesi – İstanbul 1993
Özgür Katip KAYA – Arsa Payı Karşılığı Kat Yapım ı Sözleşmesi – İstanbul 1993
Cengiz KOSTAKOĞLU - İnşaat Hukuku ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi İstanbul 1995
Porf.Dr.Müjdat ŞAKAR – İmar Mevzuatı - İstanbul 1999
Cafer ERGEN – Kaçak Yapı Ankara 2005
Prof.Dr.İbrahim KAPLAN - İnşaat Sektöründe Müşterek İş Ortaklığı – Ankara 2007
İş Hukuku | Sayfa Başı |
Dünyanın düz ve Allah Vergisi olduğu inancını, insanların korku kökenli yaklaşımlarından yararlanarak ve engizisyon işkenceleri ile zorla kabul ettirmeye çalışan din odaklı devlet anlayışı bilimsel yolla kanıtlanabilirliğin karşısında dayanamaz. Bilim ve tekniğin, gizemleri yavaş yavaş ama en doğru cevaplar ile çözmeye başlaması ile de toplumların yaşamlarında önlenemez değişikliklerin başladığı gözlemlenir. 18nci yüzyılın sonlarında başlangıçta İngiltere’de yaşanan makineleşme, iş bölümü ve seri üretim işçi sınıfının da artması sonucunu doğurur. İlerleyen zamanda yaşanan menfaat çatışmaları, İktisadi Liberalizmin “ bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler ” kuralının, bir tarafın hep güçsüz olduğu iş ilişkisinde doğru olmadığı sonucunu ortaya çıkarır. Maddi olanakların yanı sıra üretim ekipmanlarına sahip işverenler karşısında günlük ihtiyaçlarını karşılamak üzere her gün çalışmak zorunda kalan işçinin pazarlıktaki eşitsizliğinin giderilmesi gerekliliği 19ncu yüzyılın gündemine oturur. Sistem Karl Marx gerçeğini doğurur ki bir anlamda kapitalist ekonomi kendi geleceğini de kurtarabilmek için iki çözüm yolu bulur;
• Kanun koyma yolu ile Devletin Çalışma Hayatına müdahalesi,
• İşçilerin kendi kendilerine yardım hareketi içerisinde kuruluşlarını ( sendikalar ) kurmaları.
Türkiye’de sanayileşme hareketlerinin gelişmesine paralel olarak iş hukuku dalındaki gelişme ve yasalaşma hareketleri de oldukça geç gerçekleşir. Türkiye’deki İş Hukukunu açıklayabilmek için Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine kadar olan döneme kısaca göz atmakta yarar bulunmaktadır. Aslında sosyal bir devrim olarak kabul edilmesi çok yerinde olmamakla birlikte Tanzimat Dönemine kadar olan süreç ile sonrası arasında var olan uygulamaları anımsamakta yarar bulunmaktadır. Tanzimatın ilanın kadar olan süreçte iş ve çalışma hayatı örf ve adet kurallarına göre sürdürülmüş. Zaviye adı verilen ve İslam dini esaslarına göre düzenlenmiş meslek kuruluşları, bir takım dini esasların yerine getirilmesi koşulu ile meslek ve sanatın yapılmasını izin vermektedir. Fütevvetname adı verilen kaynaklarda yer alan dini ritüellere uyulmak koşulu ile bir meslek veya sanatta çırak, kalfa veya usta olmak mümkündür. 12nci yüzyıldan itibaren ise Müslüman olmayan çalışanların baskıları ile olsa gerek Zaviye yönteminden Lonca usulüne geçildiği gözlemleniyor. Tanzimat döneminde Mecelle ile karşılaşıyoruz ( 1877 ). İcare-i Ademi başlığı altında düzenlenen iş ve çalışma hayatına ilişkin kuralar, Roma Hukuku döneminde konulmuş kurallar kadar ilkel olmanın yanında hiçbir sorunu da çözemiyor. Bu dönemde ayrıca iki düzenlemeye daha rastlanıyor; 1863 Maden Nizamnamesi ve 1865 Dilaverpaşa Nizamnamesi. Meşrutiyet Döneminde çıkartılan ( 1909 ) Tatil-i Eşgal Kanunu bir utanç vesikası. O dönemde hükümetin ruhsat ve imtiyaz tanıdığı işyerlerinde grev yasaklanmış, sorunun uzlaşma komisyonlarında çözümü esasını getirmiş, tabii bu süre işi bırakmak da yasaklanmış. O dönemde Osmanlı’da var olan işletmelerin tümüne yakın kısmının Avrupalı yatırımcılara ait olduğu bilinmesi gereken bir olgudur. Cumhuriyet döneminde ilk belirgin çalışma 1923 yılında yapılan İzmir İktisat Kongresi’dir. Cumhuriyet Döneminde, 1924 Anayasası ile toplanma ve dernek kurma hakkı tanınır. Tabii bu arada 1925 yılında çıkartılan Takrir-i Sükun kanunu döneme hiç yakışmayan bir düzenleme olarak karşımıza çıkıyor. 1924 yılında kabul edilen Hafta Tatili Kanunu ile 1926 Borçlar Yasası ile 1929 da çıkarılan Umumi Hıfzı Sıhha Kanunu dönemin önemli yasaları. 15.06.1937 tarihinde 3008 sayılı İş Kanunu kabul edilmiş. Ulusal Kalkınmanın engellenmemesi adına grev ve lokavt’ın yasaklanması hükümlerini içermesi bu yasanın en önemli özelliği. İkinci Dünya savaşı sonrasında Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Teşkilatına kabul edilmesi Türk İş Hukuku için en önemli dönüm noktalarından birini oluşturuyor. 1945 yılında 4841 sayılı kanun ile Çalışma Bakanlığı kuruluyor. Dönemde göze ilk çarpan 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun. 1961 Anayasası ile birlikte İş Hukukunun tüm temel kavramları anayasal temele kavuşuyor; 1963 yılında 274 sayılı Sendikalar Kanunu, 275 Sayılı Toplu Sözleşme Grev ve Lokavt Kanunu, 1965 yılında yürürlüğe giren 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu ve 1967 yılında yürürlüğe giren 931 Sayılı İş Kanunu kabul ediliyor. 931 Sayılı İş Kanunu Türkiye İşçi Partisinin açtığı dava üzerine şekil yönünden iptal edilince 1971 yılında 1475 sayılı İş Kanunu kabul edilmiş. 1982 Anayasasında Çalışma Hayatının esasları ayrı bir başlık altında düzenlenmiştir. Anayasayı takiben de konseptine uygun surette 2821 Sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu kabul ediliyor. Çalışma Bakanlığı 1983 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı adı altında çalışmaya başlar ( 14 Aralık 1983 gün ve 184 Sayılı Kanun Hükmünde kararname ). 22.05.2003 tarihinde kabul edilen 4857 sayılı İş Kanunu ile 1475 sayılı İş Kanunun 14 ncü maddesi dışındaki tüm maddeleri yürürlülükten kaldırılmıştır. 4857 sayılı Yasanın en belirgin yeniliği, değişik çalışma hallerini tanımlaması ve alt işveren ve ödünç iş ilişkisi kavramlarına açıklık getirmesi. Önemi nedeni ile 4857 Sayılı Yasanın bazı maddelerinin notlarımız arasında yer almasında yarar görülmüştür:
Madde 5- Eşit Davranma İlkesi: İş ilişkisinde dil,ırk,cinsiyet,siyasal düşünce,felsefi inanç,din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz.. Aynı veya eşit değerde bir işi için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz...
Madde 6- İşyerinin veya bir bölümünün devri: İşyeri veya işyerinin bir bölümü hukuki bir işleme dayalı olarak başka birine devredildiğinde, devir tarihinde işyerinde veya bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer. Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür...
Madde 7- Geçici İş İlişkisi ( Ödünç İş İlişkisi ): İşveren devir sırasında yazılı rızasını almak suretiyle bir işçiyi, holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir işyerinde veya yapmakta olduğu işe benzer işlerde çalıştırması koşulu ile başka bir işverene iş görme edimini yerine getirmek üzere geçici olarak devrettiğinde geçici ilişkisi gerçekleşmiş olur.... Geçici iş ilişkisi kurulan işveren işçiye talimat verme hakkına sahip olup, işçiye sağlık ve güvenlik risklerine karşı gerekli eğitimi vermekle yükümlüdür. Geçici iş ilişkisi altı ayı geçmemek üzere yazılı olarak yapılır, gerektiğinde en fazla iki defa yenilenebilir...
Bkz. Nuri ÇELİK – Kolektif İş Hukuku İstanbul 1976
Kenan TUNÇOMAĞ – İş Hukuku Cilt 1. İstanbul 1984,
Nuri ÇELİK – İş Hukuku Dersleri İstanbul 1998
Cevdet İlhan GÜNAY – İş Hukuku Ankara 2004
Veli KARAGÖZ – İş Sözleşmesinde Cezai Şart Ankara 2006
Mehmet GÜNAY – Ödünç İş İlişkisi Ankara 2007
Ali Şahin AKBULUT – İş Hukukunda İdari Para Cezaları Ankara 2007
• Kanun koyma yolu ile Devletin Çalışma Hayatına müdahalesi,
• İşçilerin kendi kendilerine yardım hareketi içerisinde kuruluşlarını ( sendikalar ) kurmaları.
Türkiye’de sanayileşme hareketlerinin gelişmesine paralel olarak iş hukuku dalındaki gelişme ve yasalaşma hareketleri de oldukça geç gerçekleşir. Türkiye’deki İş Hukukunu açıklayabilmek için Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine kadar olan döneme kısaca göz atmakta yarar bulunmaktadır. Aslında sosyal bir devrim olarak kabul edilmesi çok yerinde olmamakla birlikte Tanzimat Dönemine kadar olan süreç ile sonrası arasında var olan uygulamaları anımsamakta yarar bulunmaktadır. Tanzimatın ilanın kadar olan süreçte iş ve çalışma hayatı örf ve adet kurallarına göre sürdürülmüş. Zaviye adı verilen ve İslam dini esaslarına göre düzenlenmiş meslek kuruluşları, bir takım dini esasların yerine getirilmesi koşulu ile meslek ve sanatın yapılmasını izin vermektedir. Fütevvetname adı verilen kaynaklarda yer alan dini ritüellere uyulmak koşulu ile bir meslek veya sanatta çırak, kalfa veya usta olmak mümkündür. 12nci yüzyıldan itibaren ise Müslüman olmayan çalışanların baskıları ile olsa gerek Zaviye yönteminden Lonca usulüne geçildiği gözlemleniyor. Tanzimat döneminde Mecelle ile karşılaşıyoruz ( 1877 ). İcare-i Ademi başlığı altında düzenlenen iş ve çalışma hayatına ilişkin kuralar, Roma Hukuku döneminde konulmuş kurallar kadar ilkel olmanın yanında hiçbir sorunu da çözemiyor. Bu dönemde ayrıca iki düzenlemeye daha rastlanıyor; 1863 Maden Nizamnamesi ve 1865 Dilaverpaşa Nizamnamesi. Meşrutiyet Döneminde çıkartılan ( 1909 ) Tatil-i Eşgal Kanunu bir utanç vesikası. O dönemde hükümetin ruhsat ve imtiyaz tanıdığı işyerlerinde grev yasaklanmış, sorunun uzlaşma komisyonlarında çözümü esasını getirmiş, tabii bu süre işi bırakmak da yasaklanmış. O dönemde Osmanlı’da var olan işletmelerin tümüne yakın kısmının Avrupalı yatırımcılara ait olduğu bilinmesi gereken bir olgudur. Cumhuriyet döneminde ilk belirgin çalışma 1923 yılında yapılan İzmir İktisat Kongresi’dir. Cumhuriyet Döneminde, 1924 Anayasası ile toplanma ve dernek kurma hakkı tanınır. Tabii bu arada 1925 yılında çıkartılan Takrir-i Sükun kanunu döneme hiç yakışmayan bir düzenleme olarak karşımıza çıkıyor. 1924 yılında kabul edilen Hafta Tatili Kanunu ile 1926 Borçlar Yasası ile 1929 da çıkarılan Umumi Hıfzı Sıhha Kanunu dönemin önemli yasaları. 15.06.1937 tarihinde 3008 sayılı İş Kanunu kabul edilmiş. Ulusal Kalkınmanın engellenmemesi adına grev ve lokavt’ın yasaklanması hükümlerini içermesi bu yasanın en önemli özelliği. İkinci Dünya savaşı sonrasında Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Teşkilatına kabul edilmesi Türk İş Hukuku için en önemli dönüm noktalarından birini oluşturuyor. 1945 yılında 4841 sayılı kanun ile Çalışma Bakanlığı kuruluyor. Dönemde göze ilk çarpan 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun. 1961 Anayasası ile birlikte İş Hukukunun tüm temel kavramları anayasal temele kavuşuyor; 1963 yılında 274 sayılı Sendikalar Kanunu, 275 Sayılı Toplu Sözleşme Grev ve Lokavt Kanunu, 1965 yılında yürürlüğe giren 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu ve 1967 yılında yürürlüğe giren 931 Sayılı İş Kanunu kabul ediliyor. 931 Sayılı İş Kanunu Türkiye İşçi Partisinin açtığı dava üzerine şekil yönünden iptal edilince 1971 yılında 1475 sayılı İş Kanunu kabul edilmiş. 1982 Anayasasında Çalışma Hayatının esasları ayrı bir başlık altında düzenlenmiştir. Anayasayı takiben de konseptine uygun surette 2821 Sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu kabul ediliyor. Çalışma Bakanlığı 1983 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı adı altında çalışmaya başlar ( 14 Aralık 1983 gün ve 184 Sayılı Kanun Hükmünde kararname ). 22.05.2003 tarihinde kabul edilen 4857 sayılı İş Kanunu ile 1475 sayılı İş Kanunun 14 ncü maddesi dışındaki tüm maddeleri yürürlülükten kaldırılmıştır. 4857 sayılı Yasanın en belirgin yeniliği, değişik çalışma hallerini tanımlaması ve alt işveren ve ödünç iş ilişkisi kavramlarına açıklık getirmesi. Önemi nedeni ile 4857 Sayılı Yasanın bazı maddelerinin notlarımız arasında yer almasında yarar görülmüştür:
Madde 5- Eşit Davranma İlkesi: İş ilişkisinde dil,ırk,cinsiyet,siyasal düşünce,felsefi inanç,din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz.. Aynı veya eşit değerde bir işi için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz...
Madde 6- İşyerinin veya bir bölümünün devri: İşyeri veya işyerinin bir bölümü hukuki bir işleme dayalı olarak başka birine devredildiğinde, devir tarihinde işyerinde veya bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer. Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür...
Madde 7- Geçici İş İlişkisi ( Ödünç İş İlişkisi ): İşveren devir sırasında yazılı rızasını almak suretiyle bir işçiyi, holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir işyerinde veya yapmakta olduğu işe benzer işlerde çalıştırması koşulu ile başka bir işverene iş görme edimini yerine getirmek üzere geçici olarak devrettiğinde geçici ilişkisi gerçekleşmiş olur.... Geçici iş ilişkisi kurulan işveren işçiye talimat verme hakkına sahip olup, işçiye sağlık ve güvenlik risklerine karşı gerekli eğitimi vermekle yükümlüdür. Geçici iş ilişkisi altı ayı geçmemek üzere yazılı olarak yapılır, gerektiğinde en fazla iki defa yenilenebilir...
Bkz. Nuri ÇELİK – Kolektif İş Hukuku İstanbul 1976
Kenan TUNÇOMAĞ – İş Hukuku Cilt 1. İstanbul 1984,
Nuri ÇELİK – İş Hukuku Dersleri İstanbul 1998
Cevdet İlhan GÜNAY – İş Hukuku Ankara 2004
Veli KARAGÖZ – İş Sözleşmesinde Cezai Şart Ankara 2006
Mehmet GÜNAY – Ödünç İş İlişkisi Ankara 2007
Ali Şahin AKBULUT – İş Hukukunda İdari Para Cezaları Ankara 2007
Marka Hukuku | Sayfa Başı |
Türk Hukukunda Markalar üzerine ilk düzenleme yine Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1871 Tarihli Alamet-i Farika Nizamnamesi ile yapılmış.
Hukukçu gözlüğü ile bakıldığında Türk Marka Mevzuatında ilginç , kanunlaştırma benzeri bir çalışma göze çarpar .
Önce 16.06.1994 tarihli ve 21965 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4004 sayılı Yasa ile bir Aylık süre içerisinde Türk Patent Enstitüsünün yeniden yapılandırılmasına dair Kanun Hükmünde kararname çıkartma yetkisi Bakanlar Kuruluna verilir . Bu yetkiye dayalı olarak da Dönemin Bakanlar Kurulu tarafından, Türk Patent Enstitüsünün Kuruluş ve görevleri hakkında 544 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin kabulü ile Marka Patent Hukukunun birinci yapısal adımı, gereği anlaşılamayan bir neden ile Millet Meclisi Denetimi dışında atılmış olur .
Aynı süreç Markalar Kanununun değiştirilmesinde yaşanır .
24.06.1995 gün ve 22323 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4113 sayılı yasa ile 03.03.1965 gün ve 551 sayılı Markalar Kanunun değiştirilmesi konusunda Kanun Hükmünde Kararname yapma yetkisi dönemin Bakanlar Kuruluna verilir . Bu defa süre üç aydır ( Madde 4 ) . Üstelik bu defa birden fazla Kanun Hükmünde kararname çıkarma yetkisi de verilir.
Bu yetkiye dayanılarak 22.06.1995 günlü ve 22326 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan 556 Sayılı Markaların Korunması Kanun Hükmünde Kararname ile 551 sayılı Markalar Kanunu yürürlülükten kaldırılır . 556 Sayılı Kararnameye 03.11.1995 gün ve 4128 sayılı yasa ile 61/a maddesi ( suç kabul edilen fiillere uygulanacak cezalar ) eklenir .
Türkiye’nin , 20 Mart 1883 tarihinde imzalanan Sınai Mülkiyetin Korunması ile ilgili Paris Sözleşmesine ve değişikliklerine katılabilmesi için 01.02.1930 gün ve 1619 sayılı yasa ile hükümete yetki verilir . Dönemin hükümeti 31.05.1963 gün ve 244 sayılı yasadan aldığı yetki ile 08.08.1975 tarih ve 7/10644 sayılı çekince kararını kaldırmakla Paris Sözleşmesi hükümleri 29.07.1994 tarihinden itibaren iç hukukta bağlayıcı hale gelir .
Türkiye, Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı’nın Kurulmasına ( OMPI ) dair 14.07.1967 tarihli Stockholm sözleşmesine de 14.08.1975 gün ve 7/10540 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile katılmıştır .
Türkiye, Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Andlaşması ( WTO ) ve eki Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Andlaşmasını ( TRIPS ) 4067 sayılı Yasa (25.02.1995 gün ve 22213 sayılı resmi gazetede yayımlanan ) ile onaylar ve Bakanlar Kurulu 31.12.1994 tarihinden geçerli olmak üzere 1995/6525 sayılı kararı ile andlaşmaya katılmayı kabul eder.
Türkiye, 14.04.1891 Tarihli MADRİD Sözleşmesine katılır ise de imza ülkelerine yapılan yardımdan yeterince yararlanamadığından bahis ile 1956 yılında bu andlaşmadan ayrılır ;
MADRİD Protokolüne ise 05.08.1997 gün ve 7/9731 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile katılır .
15.06.1957 Tarihli Markaların Tescili Amacı ile Mal ve Hizmetlerin Sınıflandırılmasına dair NİCE ve 12.06.1973 tarihli Viyana Andlaşmalarına da 244 sayılı yasadan alınan yetki ile 12.07.1995 tarihinde katılınmıştır .
Türkiye’nin Liberal Ekonomiye ve Serbest Piyasa Ekonomisine geçiş için özellikle yirminci yüzyılın son on yılında inanılmaz çaba harcadığı açıklıkla görünmektedir.
Medeni Hukuk | Sayfa Başı |
Çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğuna, hukuk alanındaki eksikliğinden kaynaklanan güvensizliklerini öne süren Batılı Devletler, devletlerinin ve vatandaşlarının haklarını koruma adına bazı antlaşmalar imzalatmakta idiler.
16 Kitap ve 1851 Maddeden ibaret, ağırlıklı olarak İslam Hukukunun temel kuralları doğrultusunda düzenlenmiş ve Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye adını taşıyan kanun gerçekte güncel ihtiyaçları çözme yeteneğinden yoksundur. En azından Aile Hukuku,Miras Hukuku ve Vakıflar Hukuku hükümlerini içermemektedir.1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi ise bir örfi hukuk düzenlemesi olmasına karşın, renkli ve çok sesli Osmanlı Kültürel mozayiğinin sorunlarına eşit çözüm üretememekte olduğu muhalefeti ile Haziran 1919 da yürürlülükten kaldırılmıştır.
Lozan Barış görüşmeleri sırasında dahi genç Cumhuriyetin bu eksikliğini imtiyazlara bağlamaya çalışan Batılı Devletlerin yakınmaları yanında dönemin adalet Bakanının da özgün çalışmaları ile çağdaş bir medeni yasa kabulü çalışmaları hızlandırılır.
İsviçre Medeni Kanunu ile Borçlar Kanununun bir bütün halinde Türkçe’ye çevrilmesi ile elde olunan metinler 17/02/1926 ve 22/04/1926 tarihlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisince Kabul edilmiş ve İslam Hukuku esassına dayanan yargı sistemi ile bunun düzenlediği kurumların hakimiyetine son verilerek Kıt’a Avrupası Hukuk sistemine geçilmiştir.
4 Nisan 1926 Tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 743 Sayılı Türk Medeni Kanununun 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesi ile , kadının miras ve diğer kişilik hakları bakımından ikinci sınıf olduğu yolunda hükümleri içeren Mecelle’yi terk eden Türk Toplumu için bu yasalaşmanın gerçek ve geri dönülmez bir devrim olduğu inkar edilemez.
Medeni Hukuk, genellikle özel ve tüzel kişiliği, özel kişilerin birbirleri arasındaki çeşitli ilişkiler ile bu kişilerin mallarla olan ilişkilerini özel hukuk açısından düzenleyen bir hukuk dalıdır . Geniş anlamda Borçlar Hukukunu da ihtiva eder.
Türk Hukuk Literatüründe de Medeni Kanun denildiğinde Medeni Kanun ile Borçlar Kanunu bir bütün olarak algılanmaktadır .
AİLE HUKUKU
Avrupa Birliği ile bütünleşme inanç ve umudu içerisinde hareket eden Türkiye Cumhuriyeti , tüm yasalarındaki yenileme faaliyetini , Medeni Yasasını 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu ile değiştirerek sürdürmüştür. Aile Hukukunun içerdiği, Nişanlanma, Evlenme, Boşanma, Evlilik Birliği Mal Rejimleri, Eşya Paylaşımı ve Evlilik Birliği Yükümlülükleri, Soybağı, Evlat Edinme, Velayet Hakkının kapsamı konularında getirilen düzenlemelerin özel yaşamlarında Çağdaş sistemi özümsemiş Türk Toplumu için zorlayıcı değil düzenleyici özelliğini hissettirdiği söylenebilir . Artık, kendisini erkek hükümdarlığına kendi isteği ile teslim edebilen istisnai kişilerin ( TMK.23 ) Kötü Emsalden Emsal Olmaz temel hukuk kuralı nedeni ile emsal sayılamayacağı güncel yaşamında, ekonomik kazançlarını kocasından bağımsız surette sahiplenebilen Türk Kadını için Avrupalı hemcinslerinden daha düşük haklara sahip olduklarını söylemek imkansızdır .
ŞAHSIN HUKUKU
Medeni Hukuk sisteminin beş ana dalından birini teşkil eden Şahsın hukuku , cenin’in ana rahmine düşmesi ile başlayıp doğum , yaşam ve ölümü sürecinde sahip olduğu hak ve özgürlükleri ile sınırlarını ve ailesi ve diğer kişiler ile olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünü olarak tanımlanabilir .
Türk Medeni Kanunu Madde 23;
“Kimse , hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden kısmen de olsa vazgeçemez veya onları hukuka yada ahlaka aykırı olarak sınırlayamaz.”
Türk Medeni Kanunu Madde 24;
“Hukuka aykırı surette kişilik hakkına saldırıda bulunulan kimse,hakimden saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.”
MİRAS HUKUKU
Miras Hukuku , kişilerin sağlıklarında elde ettikleri veya herhangi bir surette kendilerine intikal etmiş ve maddi ve manevi değer ve varlıkların , bu kişinin ölümü halinde kime veya kimlere ve hangi esaslar dahilinde ait olacağını düzenleyen kurallar bütünü olarak tanımlanır . Miras Hukukunun hükümleri 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 495 ile 682 nci maddesi arasında düzenlenmiştir .
“..Özetle; kan hısımlığı esasına dayalı olan mirasçılık anlayışında kanuni mirasçılar sırası ile ; ölenin çocukları, yok ise anne ve babası , anne babası yok ise kardeşleri, bunların yokluğunda ise kardeşlerinin çocukları, bunlardan kimse yok ise büyük anne ve babaları ile bunlardan da kimse yok ise alt soyudur . Mirasçı bırakmadan ölen kişinin mirası Devlete intikal eder . Sağ kalan eş ise mirası paylaştığı alt soy veya üst soy ile birlikteliğine göre değişen oranda daima mirasçıdır( Türk Medeni Kanunu 495 – 501 . Maddeleri ) ..” Evlatlık ile evlatlığın alt soyu ve soybağına tanıma veya Yargı Kararı ile hükmolunanlar baba yönünden ( TMK 498 hükmü ürküten bir ifade hatası içermektedir ) evlilik içi hısımlar gibi mirasta hak sahibi olurlar . Burada Türk Medeni Kanunun 510 ncu maddesi hükmüne işaret etmek yararlı görülmektedir ; Halk arasında mirastan mahrum etmek olarak konuşulan husus madde metninde aynen şöyle açıklanmaktadır ;
“Aşağıdaki durumlarda mirasbırakan ölüme bağlı bir tasarrufla saklı paylı mirasaçısını mirasçılıktan çıkarabilir :
1.Mirasçı, mirasbırakana veya mirasbırakanın yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse ,
2. Mirasçı,mirasbırakana veya mirasbırakanın ailesi üyelerinden üyelerine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemişse . ”
Yine önemi nedeni ile Türk Medeni Kanunun 513 ncü maddesi hükmünü de incelemek genel anlamda yararlı görülmektedir ;
“Mirasbırakan hakkında borç ödemeden aciz belgesi bulunan altsoyunu, saklı payının yarısı için mirasçılıktan çıkartabilir . Ancak bu yarıyı mirasçılıktan çıkartılanın doğmuş ve doğacak çocuklarına özgülemesi şarttır ..”
EŞYA HUKUKU
Türk Medeni Kanununda Dördüncü Kitap Başlığı altında ve 683 ncü maddesinden itibaren başlayan bölümlerinde hukuk dilinde Eşya Hukuku veya Mamelek – Mal Varlığı Hukuku olarak adlandırılan hükümlere yer verilmiştir. Eşya Hukuku , kişinin bir eşya üzerideki sahiplenme ( Mutlak Hak ) ve bu eşyaya yönelik tasarrufta bulunabilme hak ve yetkilerini ve tasarruf ( Ayni Hak ) çeşitlerini belirleyen ve bu tasarruf yetkisine dayalı olarak başka kişilerle olan ilişkilerin ( Sınırlı Ayni Hak ) düzenlendiği kuralların bütünü olarak tanımlanır . Taşınabilen veya taşınamayan mallara sahip olabilmenin esaslarının yanı sıra yararlanmanın , sahipliğin eldeğiştirmesinin veya kullanılmasının geçici surette veya süresiz şekilde bir başka kişiye özgülenmesinin veya malvarlığının temsil ettiği değerlerin başka özel akitler ile değerlendirilmesine ve komşuluk hukukuna dair kurallar Eşya Hukukunun konusunu oluşturmaktadır . Bir otomobile veya bir ev veya tarlaya sahip olmanın , mülkiyetini devralmanın veya devretmenin , bunlar üzerinde var olan kullanma hakkının ve bu kullanma hakkını devrinin usul ve esasları Eşya Hukukunun kapsamı içerisindedir .
Bkz.Türk Hukuk Tarihi – Prf.Dr.H.CİN-Prof.Dr.Gül AKYILMAZ ISBN-975-6357-03-7
Medeni Hukuk – B.KÖPRÜLÜ İstanbul 1970 Sh.20 vd.
Prof.Dr.T.AKINTÜRK – Medeni Hukuk Sh.365
Bkz.Türk Hukuk Tarihi – Prf.Dr.H.CİN-Prof.Dr.Gül AKYILMAZ ISBN-975-6357-03-7
Medeni Hukuk – B.KÖPRÜLÜ İstanbul 1970 Sh.20 vd.
Prof.Dr.T.AKINTÜRK – Medeni Hukuk Sh.365
AİLE HUKUKU
Avrupa Birliği ile bütünleşme inanç ve umudu içerisinde hareket eden Türkiye Cumhuriyeti , tüm yasalarındaki yenileme faaliyetini , Medeni Yasasını 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu ile değiştirerek sürdürmüştür. Aile Hukukunun içerdiği, Nişanlanma, Evlenme, Boşanma, Evlilik Birliği Mal Rejimleri, Eşya Paylaşımı ve Evlilik Birliği Yükümlülükleri, Soybağı, Evlat Edinme, Velayet Hakkının kapsamı konularında getirilen düzenlemelerin özel yaşamlarında Çağdaş sistemi özümsemiş Türk Toplumu için zorlayıcı değil düzenleyici özelliğini hissettirdiği söylenebilir . Artık, kendisini erkek hükümdarlığına kendi isteği ile teslim edebilen istisnai kişilerin ( TMK.23 ) Kötü Emsalden Emsal Olmaz temel hukuk kuralı nedeni ile emsal sayılamayacağı güncel yaşamında, ekonomik kazançlarını kocasından bağımsız surette sahiplenebilen Türk Kadını için Avrupalı hemcinslerinden daha düşük haklara sahip olduklarını söylemek imkansızdır .
ŞAHSIN HUKUKU
Medeni Hukuk sisteminin beş ana dalından birini teşkil eden Şahsın hukuku , cenin’in ana rahmine düşmesi ile başlayıp doğum , yaşam ve ölümü sürecinde sahip olduğu hak ve özgürlükleri ile sınırlarını ve ailesi ve diğer kişiler ile olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünü olarak tanımlanabilir .
Türk Medeni Kanunu Madde 23;
“Kimse , hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden kısmen de olsa vazgeçemez veya onları hukuka yada ahlaka aykırı olarak sınırlayamaz.”
Türk Medeni Kanunu Madde 24;
“Hukuka aykırı surette kişilik hakkına saldırıda bulunulan kimse,hakimden saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.”
MİRAS HUKUKU
Miras Hukuku , kişilerin sağlıklarında elde ettikleri veya herhangi bir surette kendilerine intikal etmiş ve maddi ve manevi değer ve varlıkların , bu kişinin ölümü halinde kime veya kimlere ve hangi esaslar dahilinde ait olacağını düzenleyen kurallar bütünü olarak tanımlanır . Miras Hukukunun hükümleri 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 495 ile 682 nci maddesi arasında düzenlenmiştir .
“..Özetle; kan hısımlığı esasına dayalı olan mirasçılık anlayışında kanuni mirasçılar sırası ile ; ölenin çocukları, yok ise anne ve babası , anne babası yok ise kardeşleri, bunların yokluğunda ise kardeşlerinin çocukları, bunlardan kimse yok ise büyük anne ve babaları ile bunlardan da kimse yok ise alt soyudur . Mirasçı bırakmadan ölen kişinin mirası Devlete intikal eder . Sağ kalan eş ise mirası paylaştığı alt soy veya üst soy ile birlikteliğine göre değişen oranda daima mirasçıdır( Türk Medeni Kanunu 495 – 501 . Maddeleri ) ..” Evlatlık ile evlatlığın alt soyu ve soybağına tanıma veya Yargı Kararı ile hükmolunanlar baba yönünden ( TMK 498 hükmü ürküten bir ifade hatası içermektedir ) evlilik içi hısımlar gibi mirasta hak sahibi olurlar . Burada Türk Medeni Kanunun 510 ncu maddesi hükmüne işaret etmek yararlı görülmektedir ; Halk arasında mirastan mahrum etmek olarak konuşulan husus madde metninde aynen şöyle açıklanmaktadır ;
“Aşağıdaki durumlarda mirasbırakan ölüme bağlı bir tasarrufla saklı paylı mirasaçısını mirasçılıktan çıkarabilir :
1.Mirasçı, mirasbırakana veya mirasbırakanın yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse ,
2. Mirasçı,mirasbırakana veya mirasbırakanın ailesi üyelerinden üyelerine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemişse . ”
Yine önemi nedeni ile Türk Medeni Kanunun 513 ncü maddesi hükmünü de incelemek genel anlamda yararlı görülmektedir ;
“Mirasbırakan hakkında borç ödemeden aciz belgesi bulunan altsoyunu, saklı payının yarısı için mirasçılıktan çıkartabilir . Ancak bu yarıyı mirasçılıktan çıkartılanın doğmuş ve doğacak çocuklarına özgülemesi şarttır ..”
EŞYA HUKUKU
Türk Medeni Kanununda Dördüncü Kitap Başlığı altında ve 683 ncü maddesinden itibaren başlayan bölümlerinde hukuk dilinde Eşya Hukuku veya Mamelek – Mal Varlığı Hukuku olarak adlandırılan hükümlere yer verilmiştir. Eşya Hukuku , kişinin bir eşya üzerideki sahiplenme ( Mutlak Hak ) ve bu eşyaya yönelik tasarrufta bulunabilme hak ve yetkilerini ve tasarruf ( Ayni Hak ) çeşitlerini belirleyen ve bu tasarruf yetkisine dayalı olarak başka kişilerle olan ilişkilerin ( Sınırlı Ayni Hak ) düzenlendiği kuralların bütünü olarak tanımlanır . Taşınabilen veya taşınamayan mallara sahip olabilmenin esaslarının yanı sıra yararlanmanın , sahipliğin eldeğiştirmesinin veya kullanılmasının geçici surette veya süresiz şekilde bir başka kişiye özgülenmesinin veya malvarlığının temsil ettiği değerlerin başka özel akitler ile değerlendirilmesine ve komşuluk hukukuna dair kurallar Eşya Hukukunun konusunu oluşturmaktadır . Bir otomobile veya bir ev veya tarlaya sahip olmanın , mülkiyetini devralmanın veya devretmenin , bunlar üzerinde var olan kullanma hakkının ve bu kullanma hakkını devrinin usul ve esasları Eşya Hukukunun kapsamı içerisindedir .
Bkz.Türk Hukuk Tarihi – Prf.Dr.H.CİN-Prof.Dr.Gül AKYILMAZ ISBN-975-6357-03-7
Medeni Hukuk – B.KÖPRÜLÜ İstanbul 1970 Sh.20 vd.
Prof.Dr.T.AKINTÜRK – Medeni Hukuk Sh.365
Bkz.Türk Hukuk Tarihi – Prf.Dr.H.CİN-Prof.Dr.Gül AKYILMAZ ISBN-975-6357-03-7
Medeni Hukuk – B.KÖPRÜLÜ İstanbul 1970 Sh.20 vd.
Prof.Dr.T.AKINTÜRK – Medeni Hukuk Sh.365
Ortaklıklar ve Şirketler Hukuku | Sayfa Başı |
Risk Yönetimi ve Borçların Yeniden Yapılandırılması Hukuku | Sayfa Başı |
Risk yönetimi bir hukuk dalı olarak tanımlanması henüz mümkün görünmemekle birlikte , özellikle öz sermayesi dışında yabancı kaynak kullanan ticari kuruluşların sıklıkla ödeme sıkışıklığı içerisine girmekle pek çok yasal işleme maruz kaldıkları ve yasal savunmalarının zamanında veya gerektiği usulde yapılmaması veya çoğu kez de sulh yolunda yaklaşımlarda bulunmaları nedeni ile aslında ticari yaşamlarını sürdürebilecekleri yerde iflas veya aciz durumuna girdikleri gözlemlenmektedir .
Nitekim , bu amaçla olsa gerek Türk İcra ve İflas Yasasında 2003 yılında 4949 ve 2004 yılında 5092 Sayılı Yasalar ile yapılan değişiklikler ile Malvarlığının Terki Sureti ile Konkordato , İflasın Ertelenmesi ve Uzlaşma Yolu ile yeniden yapılandırma, ( Türk Ticaret Kanunu 179/a-179/b maddeleri ) , 3332 Sayılı ve 4743 Sayılı Yasalar ile şirket kurtarma ve yeniden yapılandırma kavramları Türk Hukukuna dahil edilmiş , 5569 Sayılı Yasa ile de Yargı önünde iflasın ertelemesi ve borçların ödenmesinin düzenlenmesi imkanı sağlanır iken Risk Yönetimi kavramına bir anlamda hukuk literatüründe yer verilmeye başlandığı söylenebilir .
Büromuz böylesine bir hale girmiş şirket veya ortaklıkların karşılaşacakları tüm yasal müracaatlarını risk yönetimi olarak tanımlamakta ve hizmet verebilmektedir .
İflas , bir ticari işletmenin veya tacirin ( İflas Tabi Şahıslar olarak tanımlanmaktadır ) , özsermayesini belirli oranlarda yitirmesi ve malları ile hak ve alacaklarının borçlarını karşılamaması halinde , tüm alacaklıların alacaklarının tahsili amacı ile müflisin malvarlığının yargı kararına dayanarak tek elden paraya çevrilmesi ve paylaştırılması olarak tanımlanabilir .
Konkordato ise yine bir tacirin özsermayesi ile hak ve alacaklarının borçlarını karşılamaması halinde , borçlunun borçlarını belirli surette ödemek üzere alacaklıları ile bir sözleşme imzalama teklifinde bulunması olarak tanımlanabilir. Yapılan son değişiklikler ile Konkordato’nun uygulanabilirliğinin azaldığı söylenebilir.
Sendika ve Toplu Sözleşme Hukuku | Sayfa Başı |
Sendika ve Toplu Sözleşme Hukuku, işçilerle patronların bireysel çalışma koşullarını düzenleyen Bireysel İş Hukukunun yanında, çalışanların birlikte oluşturdukları teşekküller marifeti ile işverenler ile karşı karşıya gelmelerinden doğan hukuki ilişkileri düzenlemektedir. Kolektif İş Hukukunun, iktisadi liberalizmin akit serbestisi kuralının, gerek para kaynağı ve gerekse makine ve üretim ekipmanlarına sahip işveren karşısında çok daha güçsüz durumda bulunan işçinin insanlık onuru ile başdaşmayacak koşullara razı olmaları yolunda baskı aracı haline geldiğinin gözlenmesi ile doğduğu da söylenebilir. Bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi Kolektif İş Hukukunun amacı çalışanların iktisadi ve sosyal durumlarının geliştirilmesidir.
İkinci Meşrutiyetin ilanına kadar Osmanlı İmparatorluğunda işçi cemiyetlerine ilişkin bir kanun bulunmamaktadır. İhtiyaç hissedilmemesinin en önemli nedeni elle tutulur bir sanayinin bulunmamasıdır.
1909 yılında kabul edilen Tatil-i Eşgal Kanununda umumi hizmet gören müesseselerde sendikalaşma yasaklanırken, Cemiyetler Kanunu ile de cemiyet kurma serbestisi getirilmiş.
1924 Anayasası dernek kurma ve toplanma hakkını tanır ancak 1925 tarihli Takrir-i Sükun Kanunu ve Türk Ceza Kanunun 141 ve 142 nci maddeleri ile getirilen yasaklar ve 1938 yılında kabul edilen Cemiyetler Kanunu ile Sendikacılığın önünü tamamen kapatır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ve Birleşmiş Milletler Teşkilatının kurulması ve kabul edilen humanist esaslar üye Türkiye Cumhuriyetinde de etkisini gösterir ve 1946 yılında Cemiyetler Kanunu değiştirilerek sendikaların önü açılır.
Ancak 1947 yılında ise sendikaların siyasi faaliyetlerde bulunmalarından duyulan rahatsızlıktan olsa gerektir ki sendikal faaliyetleri büyük ölçüde kısıtlayan 5018 Sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri hakkında Kanun kabul edilir.
Ne kadar siyasetten soyutlanması için yasal engeller konulmuş olsa da dönemin muhalefet partisi CHP tarafından 1948 yılında İstanbul İşçi Sendikaları Birliği kurdurulurken, iktidar Partisi Demokrat Parti desteği ile de 1950 yılında Hür İşçi Sendikaları Birliği kurulur. 1952 yılında ise iki sendikanın birleşmesi ile Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu kurulmuştur. Ancak siyasilerin ve özellikle DP iktidarının işçi sendikalarını baskı altına almak uğruna girişimlerinin 1960 ihtilalini beslediği rahatlıkla söylenebilecektir.
1961 Anayasasının kabulü ile de Sendika ve Toplu Sözleşme Hukukunda da özgürlük devri başlar ve toplu sözleşme ve grev hakkı anayasal güvence altına alınır. 1963 yılında 274 sayılı Sendikalar Kanunu Kabul edilir
Bkz. Nuri ÇEVİK- Kolektif İş Hukuku – Sendikalar İstanbul 1976 sh.3-59
Bkz. Nuri ÇEVİK- Kolektif İş Hukuku – Sendikalar İstanbul 1976 sh.3-59
Serbest Rekabetin Korunması | Sayfa Başı |
Sanayi Devriminin tamamlanmasıyla birlikte , ürünlerini pazarlama konusunda saldırgan tutum sergileyen ve sektöründe tek üretici/satıcı konumuna gelmek isteyen teşebbüslerin , ürün-hizmet kalitesi ve piyasaya uygun fiyat konularında son tüketiciyi istismar eder nitelikteki davranışları , rekabetin canlı tutulması ve bunu engelleyen faaliyetlerin cezalandırılması düşüncesini ortaya çıkartmıştır.
Türkiye açısından bakıldığında 20 nci yüzyılın son çeyreğinde tartışılmaya başlanan Rekabetin Korunması Kavramına Dünya Tarihinde ilk kez M.Ö 50 yıllarında Eski Yunan ve Hindistan’da rastlanıyor .
Modern anlamda ilk Tekelin Önlenmesi Yasası İngiliz State of Monopoly yasası ki 1624 Tarihini taşıyor . Bu yasa ile bazı sınai ve fikri mülkiyet haklarının tanımlamasının ilk defa yapılmasının ardından , insanlığın hızlı sanayileşmesinin getirdiği sermaye birikimlerinde gerçekleşen artış tekelleşmeye karşı tedbirlerin gerekliliğine duyulan ihtiyacı artırmış ve ABD ‘ de karşımıza 1891 yılında kabul edilen SHERMAN ACT adı ile anılan yasa halinde karşımıza çıkmıştır .
Avrupa için ise yaşanan iki büyük savaş’ın bitmesi beklenmiş ve Almanya’da Amerikan Anti Trust ekolü yerine sosyal Pazar ekonomisi görüşünü içeren Alman Kartel Yasası 1958 yılında kabul edilmiş .
AET ise 1957 Roma Andlaşması içerisinde işletmeler arasında uyulacak rekabet kurallarının açıklandığı Rekabet Poltikası başlıklı hükümlere yer vermiş .
Rekabeti kısıtlayan , ortadan kaldıran eylemler , Ülkemizde de 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ‘un 7 Aralık 1994 tarihinde yürürlüğe girmesi ile resmen yasaklanmış . Ancak Kanun’ un uygulanabilirliği ise dönemin Hükümetleri’ nin inisiyatifi ile geciktirilmiş , Rekabet Kurulu Ancak 5 Mart 1996 tarihinde işlemler tamamlanarak görevine başlayabilmiş ( Bkz.Yılmaz Alparslan Rekabet Hukuku – Bursa 2001 ) .
Türkiye ; Avrupa Topluluğu ile arasında 6 Mart 1995 gün ve 1/95 sayılı kararı ile kurulan Gümrük Birliği’ nin son dönemine ilişkin Ortaklık Konseyi Kararı ’ nın 39 uncu maddesinin birinci paragrafında Topluluk Kurucu Antlaşması’ nın 85 ve 86ncı maddelerine (Amsterdam Antlaşması 81 ve 82nci maddeler) uyumlu bir Rekabet Kanunu’ nu yürürlüğe koymayı kabul etmiştir.
Ayrıca Anayasa’mızın 48 ve 167nci maddeleri ile Devlet’in , serbest girişimciliğin önünü açan ve piyasalarda fiili ya da anlaşmalar sonucu ortaya çıkabilecek tekelleşmeyi önleyeceği düzenlenmiştir.
4054 Sayılı Yasanın , Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecindeki Ülkemiz için öngörülen yasal zorunluluklar öncelikle olmak üzere ikincil olarak ulusal ihtiyaçlar göz önüne alınarak hazırlandığı söylenebilir .
Tahkim | Sayfa Başı |
Tahkim, tarafların aralarındaki bir uyuşmazlığın, mahkeme dışında, görevlendirilen bir veya birden fazla hakem/hakemler tarafından çözümlendiği hukuki süreçtir. Hakem kararları taraflar açısından bağlayıcılık taşımaktadır. Tahkim, günümüzde aile veya iş hukuku uyuşmazlıklarının çözümünün yanı sıra, en çok ticari uyuşmazlıkların çözümü için kullanılmaktadır.
İhtiyari Tahkimde taraflar aralarındaki ihtilafın çözümünde özel hakemler tayin ederlerken , resmi şekilde olması gerekmeyen bir yazılı sözleşme imzalamaları gerekmektedir ( HUMK md.517 ) .
Milletlerarası Tahkim bakımından ise 1982 yılına kadar konuya Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.11.1951 gün ve 126/109 E.K.sayılı kararı ile çözüm üretilmiş , 20.05.1982 gün ve 2675 Sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun ile ( md.43 – 45 ) tanıma sistemine kısmen çözüm üretilmiş .
Türkiye, 1961 Tarihli Milletlerarası Ticari Tahkime Dair Avrupa Sözleşmesini 08.05.1991 tarihli ve 3730 sayılı yasa ile , 10.06.1958 tarihli Newyork Konvansiyonunu da 08.05.1991 gün ve 3731 sayılı yasa ile onaylamış , 22.01.2000 tarihinde 4501 Sayılı Kamu Hizmetleri ile ilgili İmtiyaz Şartlaşma ve Sözleşmelerinden Doğan İhtilaflarda Tahkim Yoluna Başvurulması Halinde Uyulması Gereken İlkelere Dair Kanunu ve 21.06.2001 tarihinde de 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanununu kabul etmekle oldukça önemli bir hukuk eksikliğini tamamlamıştır.
Bkz.Aykut AYDOĞAN-Milletlerarası Tahkim Kanunu – ISBN 975-295-250-X
Prf.Dr.Kemal DAYINLARLI-Milletlerarası Tahkim Kanunu – ISBN-975-7680-3
Gülgün ILDIR-Alternatif Uyuşmazlık Çözümü Ankara 2003
Prof.Dr.Turgut KALPSÜZ-Türkiye'de Milletlerarası Tahkim-Ankara 2007
Doç.Dr.Ziya AKINCI- Milletlerarası Tahkim-Ankara 2003
Av.Rasim YEĞENGİL - Tahkim ( L'Arbitrage )-İstanbul 1974
Bkz.Aykut AYDOĞAN-Milletlerarası Tahkim Kanunu – ISBN 975-295-250-X
Prf.Dr.Kemal DAYINLARLI-Milletlerarası Tahkim Kanunu – ISBN-975-7680-3
Gülgün ILDIR-Alternatif Uyuşmazlık Çözümü Ankara 2003
Prof.Dr.Turgut KALPSÜZ-Türkiye'de Milletlerarası Tahkim-Ankara 2007
Doç.Dr.Ziya AKINCI- Milletlerarası Tahkim-Ankara 2003
Av.Rasim YEĞENGİL - Tahkim ( L'Arbitrage )-İstanbul 1974
Ticaret Hukuku | Sayfa Başı |
Medeni yasa fertler arasındaki ilişkileri genel anlamda düzenlerken Ticaret Hukuku , gerçek veya tüzel kişilerin iş ve ilişkilerine ait kuralların bütünüdür .
Medeni Yasanın bütünleyici bir parçası olan ticaret hukuku , Kara Ticareti , Deniz Ticareti , Ticari İşletme , Şirketler ve Kıymetli Evrak hukuku,Hava Taşımacılığı,Sigorta gibi ayrı ayrı konulardan meydana gelmekle birlikte Türk Hukuk Siteminde 29 Haziran 1956 Gün ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu altında toplanmış bulunmaktadır .
Aslında ticaret hukuku kapsamına giren konular özel yasaları halinde düzenlenmeye başlanmıştır .
Türk Ticaret Kanununun değiştirilmesi çalışmalarının da tamamlanmak üzere olduğu bilinmekle fazlasına açıklamanın yanıltıcı olması ihtimaline binaen yapılmamıştır ..
Tüketicinin Korunması | Sayfa Başı |
19 ncu Yüzyılda Sanayi devrimi ile gerçekleşen seri üretimin doğal sonucu olarak insanların, tüketmeye yönlendirilmeleri ile alım satım ilişkisinin tarafı olarak serbest iradesini koruyamadıkları gözlemlenmiştir. Yeni ürün arzının inanılmaz hızına yetişemeyen tüketicinin , hız karşısında gerçek iradesini koruyamama yanında aldığı mal hakkında yeterli ve gerekli pek çok bilgiye sahip olamayışı nedeni ile suistimallere karşı savunmasızlığı Tüketici Hukukunu gerekli kılmıştır .
5582 ve 4822 Sayılı Yasalar ile değiştirilen 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 3-e maddesinde tüketici ..
“.. bir mal veya hizmeti ticari ve mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek veya tüzel kişi.. ” olarak tanımlanmıştır.
3-c maddesinde de Tüketicinin Korunması Yasası Kapsamındaki Mallar ,,
“..Mal:Alışverişe konu olan taşınır eşyayı,konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım,ses,görüntü ve benzeri gayrimaddi mallar .. olarak tanımlanmaktadır .”
Yasanın 4ncü maddesinin ikinci fıkrası her gün yapılmakta olan alış verişlerimizde sıklıkla karşılaşılan ayıplı malların iade ve tazmini istemede tüketiciye bildirim yükümlülüğünü belirlemektedir ;
“ Tüketici , malın tesliminden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür . Tüketici bu durumda , bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme,malın ayıpsız misli ile değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi yada ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir ..”.
Güncel önemine binaen bilinmesinde acil yarar bulunan bir diğer husus ise gerek banka kredi sözleşmeleri ( Tüketici–evlenme-araba-eşya-kredi kartı vs. ) gerekse Konut Finansmanı sözleşmelerinin Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümlerine tabi olduğudur ( Madde 10 , 10/A , 10/B ) .
Yasanın 10/b Maddesi hükmü “.. Konut finansmanı kuruluşları tüketicilere sözleşme öncesinde kredi veya finansal kiralama işlemleri ile ilgili genel bilgiler vermek ve tüketiciye teklif ettikleri kredi veya finansal kiralama sözleşmesinin koşullarını içeren Sözleşme Öncesi Bilgi Formu vermek zorundadır ..”hükmünü içerir .
Zaman zaman gazetelerde karşılaşılan ,,, Banka Kredisi ile gibisinden reklam kampanyaları ile yapılan satışlarda ise önemine binaen yasanın 7 nci Maddesinin 3.fıkrasının açıklanması gerekli görülmüştür ;
“....İlan ve taahhüd edilen konutun teslimatının hiç ,gereği gibi yada zamanında yapılmaması durumunda , 10/B maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre kredi veren konut finansmanı kuruluşu ,sağlayıcı,bayi,acente,imalatçı-üretici,ithalatçı ile birlikte, kullandırdığı kredi miktarı kadar müteselsilen sorumludur . Konut finansmanı kuruluşları tarafından 10/B maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre verilen kredilerin devrolması halinde dahi,kredi veren konut finansmanı kuruluşunun sorumluluğu devam eder ...”
Bkz.Kamil KADIOĞLU-Tüketicinin Korunması-Ankara 2000
Av.Lütfü BAŞÖZ-Ramazan ÇAKMAKCI-Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun-İstanbul 2003
Prof.Dr.İ.Yılmaz ASLAN-Tüketici Hukuku 2004
Av.Cengiz İLHAN-Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun TBB Yayınları 2006
Bkz.Kamil KADIOĞLU-Tüketicinin Korunması-Ankara 2000
Av.Lütfü BAŞÖZ-Ramazan ÇAKMAKCI-Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun-İstanbul 2003
Prof.Dr.İ.Yılmaz ASLAN-Tüketici Hukuku 2004
Av.Cengiz İLHAN-Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun TBB Yayınları 2006